|
Başkanlık ve Yeni Sağcılık
Cumhurbaşkanı, son on iki yıldır devleti yönetmenin yakîn bilgisi ve tecrübesiyle başkanlık sistemine geçilmesi gerektiğini söyledi.

Dolayısıyla içi dolu ve tutarlı demek olan bu söyleyişin çoklarınca benimsenmesi ve desteklenmesi gerekirdi ki, nitekim böyle de oldu.

Benimsemenin ve desteklemeninse gerek şekil şartları, gerekse uygulama esasları bakımından çoğul bir tartışmaya konu olması işin tabiatındandı ki, bu da tahakkuk etti.

Haliyle, AK Parti'nin genel seçimlerde dört yüz millet vekili çıkarması yönünde sürdürülen gayretlerin yanı sıra, Cumhurbaşkanı'nın milletine ilettiği önerinin yararlarının da doğru anlaşılması ve anlatılması en önemli gündem maddesi haline geldi.

NEREYE, KİMİ BAŞKAN SEÇİYORUZ

Vatandaşı olduğumuz devlete, onun vatandaşları için belirlediği sistemi değiştirmeksizin ancak onda kısmi bir değişiklik yapmak suretiyle başkan seçeceğiz.

Diğer bir ifadeyle laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yönünde yapılan devrim niteliğindeki değişimi, başkanlık sistemine geçerek kemale erdireceğiz.

Buradaki temel konu devlet ve onun sistemidir. Kimin başkan seçileceği ise zamana, şartlara, teamüllere, gelişmelere, siyasal tercihlere bağlıdır.

Bu manada, ilk önerinin Recep Tayyip Erdoğan tarafından getirilmiş olması onun şahsî hırsı olarak görülemeyeceği gibi, onun ilk başkan olmayı isteme ihtimali de potansiyel bir durum olması bakımından henüz tartışmaya açık değildir.

Dolayısıyla, başkanlık sistemi laik ve demokratik devlet içinde, şahsiyyata dökülmeden, idealize edilmeden, salt milletin yararı ve devletin bekası gözetilerek inceden inceye değerlendirilmelidir.

BAŞKANLIK SİSTEMİNİN KÜLTÜREL KODLARI

Bu bağlamda üzerinde durulması gereken ilk husus, başkanlık sisteminin kültürle olan ilişkisidir.

Son yüz otuz yıllık (halkın da figüran olarak kullanıldığı) meşrutiyetler, cumhuriyet ve demokrasi tiyatroları hariç, asırlar boyunca imametle, şahlık, beylik, padişahlık ve halifelikle yönetildiğimiz ve bunu kültürümüzün bir parçası olarak içselleştirdiğimiz malumdur.

Kültürler ise değil yüz otuz yılda, üç yüz, dört yüz yılda bile kolay kolay değişmezler. O halde bundan hareketle, başkanlık sisteminin kültürümüzle, (bundaki değişimin çok hızlı olduğunu var sayarsak: kültürel kodlarımızla) uygunluk ya da uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Ancak burada şu hususun altını önemle çizmeliyiz: Yukarıda zikrettiğimiz önceki sistemler, kendi şartları, dünyevi doğruları ve inanış tarzı (din anlayışı) içinde gerçekleşmiştir.

Şimdiki başkanlık sistemi ise (eğer gerçekleşirse) özü itibariyle aynı esasları haiz olmakla birlikte, şartlarını -din anlayış(lar)ını da masseder şekilde- laikliğin ve demokrasinin belirlediği bir zamanda ve ulus devleti zemininde gerçekleşecektir.

Haliyle başkanlığı konuşurken Maverdî'den, İbn Haldun'dan bulunacak karşılıklarla konuşamayız. Eğer konuşursak, kaçınılmaz olarak bunda ya tarihi açıdan anakronizme düşeriz ya da Din'i (İslam'ı) dünyevi bir tartışmanın içine çekerek çok sakat bir indirgemenin sorumlusu oluruz.

YENİ SAĞCILIĞIN ÇİFTE HATASI

Nitekim Yeni Sağcılığın çifte hatası da bunlardan müteşekkildir.

Başkanlık sistemini Cumhurbaşkanı'nın kendi şahsı için yaptığı bir öneriden ibaret olarak görüp, ona karşı duydukları azgın bir kin nedeniyle şahsiyyat yapma düzeyinde tartışmaya çalışan ulu-solculara ve Paralelcilere karşı, adeta onların ilgili önyargılarını da teyit edercesine “Cumhurbaşkanı'nın devlet başkanı olması yönüyle” savunan Yeni Sağcıların geldiği son nokta tamı tamına yukarıda zikrettiğimiz gibidir.

Neden Yeni Sağcılar dediğimi kısaca arz edeyim:

AK Parti iktidarınca yapılan, “din özgürlüğü konusundaki kimi olumlu uygulamalardan” hareketle, bir takım kişiler devletin İslamlaştırıldığı yanılsamasına düşmekle kalmadılar, ayrımcıların, azınlıkların hamisi, İslam dışı inançların da muhibbi kesildiler.

Öte yandan, iktidarla (harbi bir yarar ilişkisi yerine şu ya da bu nedenle) tetikçi, yandaş, yanaşma vs. olarak ünsiyet kuran eski laikçiler de işin tabiatı gereği söz konusu kişilerin siper arkadaşlarına dönüşünce amaç ve dil ortaklıkları giderek bir düşünce kirliliğine dönüştü.

“Elde var bir” hükmündeki benimsenmiş muhafazakarlık, bu sayede bir yönüyle laikçiliğe, diğer yönüyle dindarlığa bağlanınca ortaya iki yüzlü bir riyakarlık çıktı. İşte Yeni Sağcılık dediğim, bu riyakarlığın ideoloji olarak konumlanmış halidir.

Başkanlık konusuyla ilişkilerine dönersek:

Yeni Sağcıların başkanlığı savunma maksatlı yorumları, giderek hem işi şahsileştirdikleri için Cumhurbaşkanı'nın önerisini bağlamından kopartan hem de Müslümanlar nezdinde prim yapmak için dini kavramları saygısızca yağmalayan bir seyr kazanmak üzeredir.

Başkanı halifeyle, imamlarla eşleştiren bu kirli zihniyetin sahipleri, “Başkanlık Sünnetullah'a da daha uygundur” şeklindeki mülahazalarla sadece ve sadece Allah'a ait olan bir hakkın tasarruf edicileri olarak, başkanlık sisteminin kendi bağlamı içinde konuşulmasını engellemeye soyunmuşlardır.

Bu durumda, başkanlık sistemi adına kim hangi doğruyu savunabilir?

Bir yanda ulu-solcular ve Paralelciler, diğer yanda Yeni Sağcılar.

Başkanlık konusu elbette çok önemlidir, ancak at izi de it izine giderek daha fazla karışmak üzeredir.

twitter.com/OmerLekesiz
#ak parti
#seçimler
#cumhurbaşkanı
9 yıl önce
Başkanlık ve Yeni Sağcılık
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’